ALTAN ÖYMEN’İN ARDINDAN…

İbrahim BİRELMA
Hıfurrahman Raşit Öymen babası, Örsan Öymen Kardeşi, Onur Öymen amcasının oğlu olan Altan Öymen İstanbul’da 1932’de doğmuş, ailesinin Ankara’ya taşınması nedeniyle ilk, orta ve liseyi Ankara’da okudu, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Gazeteciliğe 1950’de 18 yaşında başladı. Yeni ulus, Halkçı, Tercüman’da muhabirlik, Yenigün ve Ulus’ta genel yayın yönetmenliği yaptı, Akis ve Kim’de çalıştı, Akşam ve Cumhuriyet’te yazarlık, Milliyet’te başyazarlık yaptı. Ankara Ajansı’nı kurdu. Yurtiçi ve yurtdışındaki radyoyla televizyonlara haber yayınları ve belgeseller hazırladı. Almanya’da basın ataşeliği görevinde bulundu. 1961 yılındaki Kurucu Meclis üyeliğinden başlayarak politikada da görevler aldı. 1977 yılında Ankara milletvekili olarak parlamentoya girdi ve aynı yıl Ecevit hükümetinde turizm ve tanıtma bakanı olarak görev yaptı. 1978-1979 yılları arasında CHP TBMM grup başkanvekilliği ve Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu üyeliği görevlerini üstlendi. 1979-1980 yılları arasında CHP Genel sekreter yardımcısı olarak çalıştı. 1995 yılında CHP İstanbul milletvekili olarak giren Öymen, 18 Nisan 1999 seçiminde CHP’nin meclis dışında kalması nedeniyle genel başkanlıktan istifa eden Deniz Baykal’ın ardından 23 Nisan 1999 tarihindeki 27. Olağanüstü kurultayında genel başkan seçildi. 17 ay süren genel kurul başkanlığının ardından, olağanüstü kurultaya giderek genel başkanlığa yeniden aday olan Altan Öymen, yapılan seçimleri Deniz Baykal’ın kazanması üzerine görevini devretti. Aktif siyaseti bıraktı. Gazetecilik ve yazarlık uğraşısını sürdürdü. Son olarak Cumhuriyet’te yazdı. (Hikmet Altınkaynak, Türk Edebiyatında Yazarlar ve Şairler, Hürriyet Kitap, 2018, sh.637)
19.7.2025 tarihinde vefat eden Altan Öymen’i bazı görüş ve düşünceleri ile anımsatarak anmak istiyoruz:
– Kendimi, siyasete de meraklı olan bir gazeteci olarak görüyorum. Benim mesleğim gazetecilik. “Meslek” insanın geçimini sağlamak için öğrendiği profesyonel iş’tir. Siyasetçilik her vatandaşın ilgilenmesi beklenen ve yeri geldikçe çeşitli şekillerde yerine getirilmesi gereken bir görev…
– Gazetecilik ve siyasetçilik, birbirinden farklı ama, ikisinin ortak yanları da vardır: ikisi de topluma bir şeyler anlatmaya çalışma işidir. Gazetecilikte, gerçek verilere dayanarak okurlarınıza, dünyada ve ülkemizde neler olduğunu anlatmaya çalışacaksınız. Siyasette de yapılması gereken de aşağı yukarı aynı şey. Tabii “haberler – yorumlar” dengesi biraz değişiktir. Siyasette yorumlar daha ağır basar. Ancak ikisinde de olayları yeteri kadar izlemek ve değerlendirmek vardır.
– İlk basın kartımda, mesleğe başlangıç tarihi olarak “12.12.1950” yazıyordu. Hiçbir zaman “keşke gazeteci olmasaydım” dediğim olmadı.
– En çok inandığım şeylerden biri: insanın, bir meslek seçerken, bir sivil toplum kuruluşuna katılırken ya da bir okula girerken; kısaca hayatını yönlendirirken, “ya sevdiği işi yapması ya da yaptığı işi sevmesidir”. O zaman rahat edersiniz.
– Toplumdaki iyi insanların oranı, iyi olmayanlardan daha fazladır. Öyle olmasaydı, dünya tarihi sadece kötülerle dolu olurdu. Oysa dünyanın, o tarihi içinde de bugünkü durumunda da, “iyi” yanları çoktur. Her yerde aynı derecede olmasa bile..
– Gazetecilik, ülkemizde makbul bir meslek olmaktan çıktı. Gazetecilerin istediklerini yazmalarını önleyebilirsiniz. Ama onları sizin istediklerinizi yazmaya mecbur edemezsiniz. Şöyle bir özdeyiş vardır: Dere önündeki bir atın su içmesini önlemek mümkündür, önüne engel koyarsınız, dereye yaklaşamaz, su içemez. Ama o ata o dereden zorla su içiremezsiniz, eğer istemezse!..
– Demokrasi seçme ve seçilmeye dayanan bir sistemdir. Politikacılar, seçmenin oyunu almak için bir nevi sınav verirler. O sınavın adaletli olması için, halkın her şeyi görebilmesi ve değerlendirmesi gerekir. Seçimlerde adayların görüntülü izlenmesinin yolu televizyon yayınları… Onların yayınları taraflı hale gelirse, bazı adayların konuşmaları yayınlanır, bazılarınınki yayınlanmazsa, o zaman nasıl karar verebilir seçmen, kime oy vereceğine! Öyle bir durum, sadece bazın özgürlüğünün kalkması değil, demokrasinin de en önemli koşullarının işlemez hale gelmesi demektir. O ülkeye artık demokratik bir ülke denmez. (Altan Öymen, Kuşaklar Arası, Doğan Kitap, Kasım 2024)
